Evet bu aralar kış hazırlıklarının hız kazandığı bir dönem.
Yemyeşil yaprakların sarıdan turuncuya farklı farklı renklerle boyanarak insanoğluna sunulan görsel şölenin bitiş tarihi, bizim de mutfaklardaki reçeldi kuruydu telaşımızın nihayeti demek.
Sonrasında beyaz bir yorganı üzerine çekip dinlenen yeryüzü, baharla birlikte vagonlar dolusu tonlarca hediyeyi getirir yığar yeryüzüne; tam da kış için hazırladığımız kurular konserveler tükenirken. Erzakları bitmeye yakın insanlar açılışı miss kokulu çileklerle yapar. Sonrasında en güzel sofralarda yerini alacak sarmalar için yaprak ikram edilir insanoğluna. Madımak eklenir konserve ya da kuru yapalım diye listeye.
Marmelat ve reçellerden ilk kokusu mutfağı saracak olanı gül ve çilektir.
Ardından erik, kayısı, vişne, şeftali....Onlarca çeşitten meyve suları, tatlılar...
Temmuz ağustos geldi mi biber, patlıcan, bamya, fasülye, nane, domates sıraya girerler güneşle buluşup değişik bir tat ve kokuya ulaşmak için.
Sonbahara doğru finaller salça, pekmez, tarhana üçlüsü ile yapılır genelde.
Yoğundur, yorucudur ama bambaşka bir zevk vardır bu işlerde. Özellikle de kurular. Eskilerden kalan bir miras gibidir bu alışkanlığa sahip olmak. Eğer kurutmak için biber, patlıcan asmamışsan güneş boşa gidiyormuş gibi hissedersin.
Her yıl her yıl bu döngü tekrarlanır. Çoğu kez aklımıza bile gelmez, telaşa dahi düşmeyiz biten gidenlerin ardından. Gelecektir yine dolu dolu vagonlar, sunulacaktır gözümüzün gönlümüzün önüne. Bu işlerde yığınla mana yüklüdür; anlaşılmayı bekler durur.
İnsanoğlunun omuzlarında ise, bütün bu verilişlerin ardındaki Zatı görüp O'na teşekküratını sunmak yükümlülüğü vardır.
Bir iki cümle yazıp tarife geçme niyeti ile oturmuştum klavye başına ama sebze kurutmak, kış hazırlıkları falan yazarken bu zihnimde sonbaharı çağrıştırdı; bana sonbahar de, kalemi ver elime... Ruhumu coşturan mevsim...